Türkiye  31 Mart  ve 23 Haziran tarihinde tekrarlanan İstanbul yerel seçimleri ile birlikte bambaşka bir siyasi mecraya doğru ilerlemeye başladı, 31 Mart tarihine kadar başta İstanbul ve Ankara olmak üzere çok sayıda belediyede hakim olan ve kendilerini "Milli Görüş geleneğinin devamı" olarak tanımlayan AK Partiye mensup belediye başkanları koltuklarını büyük oranda CHP ve İYİ Part birlikteliği ile hayat bulan Millet İttifakına mensup belediyelere devretmek zorunda kaldılar.

1994 yılından itibaren Türkiye'de var olan yerel yönetimlerin çok büyük bir kısmında iktidar olan "Milli Görüş geleneğine" mensup başkanlar 31 Mart tarihi ile birlikte uğradıkları şoku atlatamadılar ve bu kaybetme durumunu "Seçmen bizi anlamıyor" şeklinde "evlere şenlik" bir bahanenin arkasına sığınmakta buldular.

Bir kez daha belirtmekte fayda var, Milli Görüş eksenindeki yerel yönetimlerin CHP’nin elinden daha sonra FP ve SP isimlerini alan RP’nin eline geçmesi 1994 yılındaki yerel seçime denk gelir.

1989 yılında Türkiye’nin pek çok belediyesini kazanan sol tandanslı partiler 1994 yılına kadar toplum tarafından başarsız olarak değerlendirilmiş olmalı ki 27 Mart 1994 tarihinde  Milli Görüş ekseninde siyaset yapan RP’li belediyeler yurt çapında büyük bir başarı gösterip aday oldukları yerleşim merkezlerinin belediye başkanlığı koltuklarına oturdular.

Seçimden hemen sonra yapılan devir törenleri ile birlikte başkanlık koltuğuna oturan ve şöyle geriye doğru yaslanan belediye başkanlarının  makam odasında  koltuğunun arkasında çerçevelenmiş yazılar astırmakta gecikmediler.. 

                                  
Bu yazılar genellikle 

Tirmizi’den; ‘Rüşvet alan veren melundur, cehennemdedir.’                                         
 Ebu Müslim Horasaniden; ‘Onlar, zarar vermeyeceklerinden emin oldukları için dostlarını kendilerinden uzak tuttular.

Kendilerine bağlamak ve kazanmak içinde düşmanlarını yakınlaştırdılar.

Yakınlaştırılan düşman dost olmadı.

Ama uzaklaştırılan dost düşman oldu.

Herkes düşman safında birleşince yıkılmaları mukadder oldu.’ 

Suyuti’den; ‘Gökte melekler Ömer'e saygı duyarlar. Yeryüzünde ise şeytan Ömer'den kaçar.

şeklinde idi.

Önden gidenler peşlerinden gelenlere bunları anlattılar öğrettiler, "Yenidünya düzeninde bunlar olacak" dediler.

Adalet olacak zulme karşı duracağız’ dediler. Merhametten şefkatten mağfiretten söz ettiler.

Ancak tamamının da kabul edeceği gibi makam koltuklarının arkasına bu sözleri astıranlar  gün geldi makam, para, kadın imtihanlarında bütünlemeye kalmaya başladılar. 
Çoğu sınıfta kaldı.

Önden gidenleri kılıcıyla düzeltecek Ömerler çıkamadı.

"Padişahım senden büyük Allah var’"diyebilen çıkamadı.

Allah rızası için bizi yıllarca aldattılar, kandırdılar. 
Yaptıkları kötü işlere kılıf olarak, ‘Sen öbür dünyanı kurtar kâfir olma’ dediler. 
Kusurlarını suçlarını işledikleri kötü amelleri bu kisvelerle örttüklerini sandılar.

Söylemleri sürekli “Hep Allah rızası için” ekseninde gelişti.

Allah rızası için lüks Mercedesler.

Allah rızası için lüks oteller,

Avrupai giyim kuşamlar, malikâneler,

En az yüz  bin lira limiti olan kredi kartları,

Büyük binalar, süslü makam odaları,

Hep Allah rızası için.

Hep Hz Ömer’in adaleti için gayrimeşru işler. 
Zavallı sesi çıkamayan şikâyet makamına ulaşamayan halifeye derdini anlatamayan fakir fukaranın ezilmesine Allah rızası için müsaade edenler.

Her şey Allah rızası için. diyen ancak olmadık yanlışlıklar yapanlar.
Seçmen  bu durumu gördüğünde "Hani kimsesizlerin kimsesi olacaktık...Hani zulümden kaçacaktık?" diye sormaya başladı. 
Allah rızası için ver. 

Allah rızası için sus. 

Allah rızası için görme. 

Allah rızası için  zavallı fukaraya ceza yaz. 
Haczetmeler. El koymalar.

Sonraları farkına acı bir şekilde varıldı ki aksayan yolunda gitmeyen çok şey var. 
Çok yanlış şeyler olmaya başlamış.

Zulme hiç bu kadar yakın hissetmemiştik kendimizi. 
Faiz bankalar, kurumlar, iletişim, yakıt, su, elektrik, merhamet bitmiş. 
Duygular körelmiş, inançlar örselenmiş, insanlar yalnızlaşmış. Katılaşmışız.

“Peki bu işin sonu nereye varacak” diye sorulduğunda verilen tek  cevap “Bir an önce Halife Ömer yeniden adalet dağıtmalı.”şeklinde oldu.
Sınıfta kalanları temizleyip imtihanda makama, kadına, paraya meyletmeyecek idarecileri Nuşirevandan daha az adil olmayacak idarecileri işbaşına getirmelidir.

Biz Gazeteciyiz, mesleğimiz dolayısı ile elimizde arşiv niteliğinde binlerce fotoğraf var,bu fotoğrafların pek çoğu bugün siyaset arenasında Belediye başkanı-Milletvekili-Belediye meclis üyesi-il Genel meclis üyesi, Daire başkanı yada diğer birimlerde bulunan bürokratların sade vatandaş olduğu günlere ait.

Bugün iş başında bulunan siyasetçilerin şu andaki giyim-kuşam hal-tavır ve yaşam standartlarını görüp sonrada başkan olmadan önceki fotoğraflarına baktığımızda makamların gerçekten insanları ne büyük oranda değiştirdiğine bir kez daha şahit oluyoruz.

Ve anlıyoruz ki Halife Ömer ve Ömer’in Adaletli yönetim sistemine bugün her zamankinden daha fazla ihtiyaç var.

Kuvveden fille geçmek dedikleri” de galiba bu olsa gerek.

Siyaseten bütün siyasetçilerin özellikle de belediye başkanların dilinde olan Halife Ömer ne yazık ki başkanların gündelik hayatlarındaki uygulamalarında kesinlikle yok.

Kasım 644 Çarşamba günü bir köle sabah namazında safların arasından girip, elindeki iki ağızlı bir hançerle Ömer'e altı kez vurdu,Ömer Yaralı halde eve gelerek Oğlu Abdullah’a katili aramasını söyledi, sonra bir tabip çağrıldı ancak tedavi yeterli gelmediğinden Hazreti Ömer aldığı bıçak darbeleri sonucu şehit oldu.

Adalet timsali Hazreti Ömer’in aramızdan ayrılmasının üzerinden tam bin 375 yıl geçti, Aradan geçen Bin 375 yıl içerisinde İkinci bir Hazreti Ömer çıkartamayan İslam dünyasının da bir türlü iki yakası bir araya gelmiyor, bu gidişle de gelmesi artık mümkün görünmüyor.

Oysa Adalet timsali ikinci-üçüncü-dördüncü-Beşinci Hazreti Ömer’lere o kadar çok ihtiyaç varki..!!!

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol

banner266

banner263