Rahmetli babamın elimden tutup beni okulun bahçesine bıraktığı anı daha dün gibi hatırlıyorum, benimle birlikte 40-50 öğrencinin daha bulunduğu köy okulunun o zamanlar “Çeper” denilen bahçe duvarından içeriye girdiğimizde bizim içinde yeni bir hayat başlamıştı.

Bir taraftan okul bahçesinin içerisinde daha önce sokaklarda gördüğüm akranlarımı da görmenin sevinci ile onlarla ilgilenirken bir taraftan da göz ucu ile Çeperin dışında beni dikkatli bakışları ile takip eden babamı süzüyor ve kendi kendime “acaba kafamı çevirdiğim an babam beni bu okulun bahçesinde bırakıp gidecek mi..?” sorusuna cevap bulmaya çalışıyordum.

Artık okulun cümle kapısından başka öğrencinin girmeyeceğine kanaat getirilmiş olacak ki, sonrada öğretmen olduğunu öğrendiğimiz düzgün giyimli 30 yaşlarında bir öğretmenin “Çocuklar sıraya girin,andımızı okuyup, İstiklal marşımızı söyleyeceğiz” ikazı ile ellerimizi bizim önümüzde duran arkadaşımızın omuzlarına doğru hizaladıktan sonra olup bitecekleri beklemeye başladık.

Arkasından öğretmenimiz “Çocuklar şimdi ben ne söylersem onu tekrar edeceksiniz, ilk bir kaç gün Andımızı ben söyleyeceğim, ondan sonra  hepiniz evde Andımızı ezberleyeceksiniz ve okula geldiğiniz her gün Andımızı büyük bir gururla söyleyeceğiz, şimdi benim söylediklerimi tekrar edin “ dedi ve “Türküm, doğruyum, çalışkanım! Yasam; küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir.
Ülküm; yükselmek, ileri gitmektir.Ey büyük Atatürk!Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime ant içerim.Varlığım Türk varlığına armağan olsun.Ne mutlu Türküm diyene!”
şeklindeki andımızı okudu, bizde öğretmenimiz ile birlikte çıkarabildiğimiz en yüksek ses ve büyük bir gururla andımızı okuduk.

Andımızı okuduktan sonra öğretmenimiz ve biden daha üst sınıflardaki öğrencilerin okuduğu “İstiklal marşını da” çok büyük bir keyif alarak dinledik, İstiklal marşımızın da tamamlanmasından sonra zaten 5 sınıftan oluşan okulumuzun sınıflarından birisinin ikinci sırasına yanımızdaki iki öğrenci arkadaşımız ile oturduk.

Bir kez daha hatırlatmakta fayda var Eğitim hayatına başladığımız yer Kars ili,Selim ilçesi Yolgeçmez köyünün ilk okulu, o taraflarda kış mevsimin gelmesi ile insan boyunu geçen kar yağışının da başladığı insanların tabiatla olan mücadelesinin en üst noktada olduğu bir yerleşim merkezinden bahsediyoruz.

Sınıfta bulunan eski ancak son derece temiz sıralara oturduktan kısa bir zaman sonra yavaş yavaş üşüdüğümüzü öğretmenimizde anlamış olacak ki “Çocuklar okulumuzun durumunu görüyorsunuz, ısınma için verebilecek fazla bir paramız yok, bu yüzden yarından itibaren herkes okula gelirken imkanları dahilinde yakacak getirisin, eğer siz yeteri kadar yakacak getiremezseniz burada hep birlikte hasta oluruz, Odunu olan odun, kömürü olan kömür, bunlar yoksa Tezek bile getirebilirsiniz, akşam büyükleriniz ile konuşun,ne verirlerse onu getirin” talimatını verdi.

Okulun ilk günü öğlen saatlerinden itibaren “bugün yapılacak fazla bir şey yok, okulun yolunu öğrendiniz, şimdi herkes evine gitsin, yarın yine okulun bahçesinde buluşacağız, hepinize iyi günler” diyerek bizi okuldan eve doğru uğurladı.

Okul kapısından çıkarken 55-60 yaşlarında bir amcanın,bizden 3-4 sınıf yukarıda bir öğrencinin kulağına yapışmış nerede ise koparacak kadar yukarıya doğru çektiğini görüp yanımızdakine “Bu amca kim ve bu çocuğun kulağını neden çekiyor.?” sorusunu yönelttik.

Bizden büyük olan öğrenci abimiz birazda bilgiçlik taslayarak “Olum bu Hüseyin Eğitimen, kendisini okulun müdürü, adamın kulağını bir kere eline aldımı koparmadan bırakmaz insanın feleğini şaşırtır, kulağını çektiği Hasan dün okulun camını kırmış, Hüseyin Eğitmen’de camı Hasan’ın kırdığını öğrenmiş o yüzden şimdi kulak çekiyor, okuldan çıkınca sakın sokaklarda falan dolaşma Hüseyin Eğitmen sabahlara kadar uyumaz, dolaşır, eğer seni yaramazlık yaparken görürse yanarsın” dediğinde okulda ilk sakınmamız gereken kişinin okul müdürü Hüseyin Eğitmen olduğunu da bu vesile ile anlamış olduk.

Eve gider gitmez daha üzerimizdeki önlük ve beyaz yakalığı çıkarmadan “Anne baba öğretmen yarın yakacak istedi, Eğer yakacak vermezseniz ben yarın okula gitmem, zaten yakacak götüremezsem Hüseyin Eğitmen benim kulağımı kopartabilir” şeklinde ikazı yaptık,yemek yedikten sonra yatağa girmemize rağmen Hüseyin Eğitimen’in korkusundan sabaha kadar gözümüzü yummadığımız şu an gibi hatırlıyoruz.

Takip eden günlerde derslerine iyi çalışan ama daha da önemlisi Hüseyin Eğitmen’den elden geldiğince uzak kalmanın hesabını yaparken durduk yerde üzerimize su atan sıra arkadaşımıza yumruk atıp burnunun kanamasına vesile olunca Hüseyin Eğitimen ile karşılaşmak artık bir mecburi istikamet oldu.

Bir okul bitiminde elimiz kulağımızda duvar dibinden yavaş yavaş dışarıya doğru sıvışmaya çalışırken birden bire kulağımıza yapışan bir eli hissedince artık kaçınılmaz son ile karşı karşıya kalmış ve “Hüseyin Eğitimenim vallahi billahi ben bir şey yapmadım, arkadaşımın kendisi yere düştü” ile başlayan bahaneleri üretmeye devam ederken bir yandan da bir insanın kulağının ne  kadar uzayabileceğine bire bir kendi üzerimizde şahit oluyorduk.

O hadiseden sonra yanılmıyorsak 10 gün süre ile elimiz kulağımızda dolaştık, o zaman zarfı boyunca Hüseyin Eğitmen’in vücudumuzdan ayırmaya çalıştığı kulağımızın üzerine yatamadık, kulağımıza kimseyi yanaştırmadık, ta ki kulak sızımız bizi terk edinceye kadar.

İlkokul üçüncü sınıfa kadar aynı köy okulunda eğitim aldık, Bir taraftan çalışkan öğrenci olmaya çalışırken asıl mesaimizi Hüseyin Eğitimen’den uzak kalma üzerine harcadık, onu gördüğümüzde gayri ihtiyari elimizin kulağımıza gitmesini engelleyemedik.

Kış mevsimi dolayısı ile üşüttüğümüz ve ağır grip dolayısı ile yatağa düştüğümüzden okula devam edemediğimiz günlerden birinde ateşler içerisinde yarı uyur yarı uyanık bir anda yüzümüzde bir elin dolaştığını ve o elin sahibinin aynı anda dua okuduğunu duyup yataktan doğrulmaya çalıştık.

Bizim okula gelmediğimizi öğrenen Hüseyin Eğitmen babamla birlikte eve gelmiş, bir taraftan kendisine göre hazırladığı bir sülüsyonu iyileşmemiz için yüzümüzden başlayıp bütün vücudumuza yayarken diğer taraftan da Dua ederek bizi manevi bir iklime doğru yönlendiriyordu.

Biz iyileştik, birkaç yaş daha büyüdüğümüzde öğrendik ki Hüseyin Eğitmen’de  Köy Enstitüsünden mezun olmuş asıl mesleği öğretmenlik olduğu halde diğer bütün eğitmenler gibi köyün doktoru, marangozu, Tarım müdürü başta olmak üzere ihtiyaç duyulan bütün alanlarda koşturup duruyormuş.

Köy Enstitüleri 77 yıl önce 17 Nisan 1940’ta kuruldu. Binlerce öğretmenin yetiştiği, onlarca köyde binlerce çocuğun, gencin, yaşlının, kadının, erkeğin okuma yazma ile tanıştığı ve bilimden sanata, tarımdan sağlığa pek çok konuda aydınlanma düşünün gerçekleştiği Köy Enstitüleri…

1940 yılında, yalnızca yüzde 5’inin okuma yazma bildiği ve yüzde 75’inin köylerde yaşadığı bir coğrafyanın, 21 bölgesinde Köy Enstitüleri kuruldu.

Hasan Ali Yücel Milli Eğitim Bakanı’ydı. Yücel o zor dönemlerde İsmail Hakkı Tonguç’u İlköğretim Genel Müdürü olarak atadı.

Sistem köylülerin yine köylüler tarafından eğitildiği bir yapıyı öngörerek yola çıktı. Eğitmenler köylüye hem okuma yazma öğretiyor, hem de yurttaşlık bilgisi öğretiyordu. Onların yetiştirdiği eğitmenler de diğerlerine…Bu şekilde 7 yılda tam 8 bin eğitmen yetişti.

Köy Enstitülerinden mezun olanlar da pozitif bilimlerden, sağlık hizmetlerine, tarımcılıktan, inşaat işçiliğine pek çok konuda yetkin olmasını sağlayan bir eğitim almış oluyordu.

İlk kez okuma yazma ile tanışan köylerde büyük yazarlar, ressamlar, müzisyenler çıkmaya başlamıştı.

Köy Enstitüleri’nde zamanın yüzde 50’si kültür derslerine yüzde 25’i ziraat derslerine ve yüzde 25’i teknik derslere ayrılmıştı. Her öğrenci bir yıl içinde 25 adet klasik eseri okumak zorundaydı.

Köylerde eğitim verenlerle öğrenciler, kendi binalarını inşa etti, kendi arazilerini ekti. Bu sayede 15 bin dönüm tarla tarıma elverişli hale getirildi. 750 bin fidan dikildi. 1200 dönüm arazi üzüm bağına çevrildi. Köy Enstitüleri el birliği ile 150 büyük inşaat işi yaptı, 60 atölye, 210 öğretmen evi, 20 uygulama okulu, 12 elektrik santrali, ambarlar, depolar, balıkhaneler inşa etti, 100 km yol yaptı.

Benim okul müdürüm Hüseyin Eğitmen’de yukarıdaki bütün özelliklere sahip bir eğitimci olarak bizi “vatanı-milleti-Bayrağı ölümüne seven” bir nesil yetiştirmek adına yıllarını veren birisi olarak aradan çok uzun yıllar geçse de hatırımızdan hiç çıkmadı.

Yıllar önce kendisini bulup kulağımızı kopartırcasına çeken Hüseyin Eğitmeni bulup hatırını sorup ellerinden öpebilirmiyiz diye araştırma yaptık ,vefat ettiğini öğrenince aile fertlerimizden birini kaybetmiş gibi üzüldük.

bizim eşimiz öğretmen, Üniversiteyi bitiren kızımızda öğretmen, Üniversitede okuyan diğer evladımız da büyük bir ihtimal ile öğretmen olacak, pek çok öğretmen gibi onlarda Hüseyin Eğitmen’in açtığı yoldan ilerleyecek.

Böylesi olağanüstü günlerde Atatürk’ün gösterdiği hedefe ilerleyen Öğretmenlerimizin büyüklerin ellerinden küçüklerin gözlerinden öpüyoruz, hayatını kaybedenlere de Allah’tan rahmet diliyoruz.

İnşallah daha fazla Hüseyin Eğitmen tanıyabiliriz.

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol

banner266

banner263