Uzun bir süre sonra Koronavirüs salgını dolayısı ile gidemediğimiz gazeteye  uğradık, Sabahın henüz erken saatleri, Ramazandan yeni çıktığımız için normal hayata intibak edemediğimizden olsa gerek kahvaltı yapmakla yapmamak arasında kararsız kaldık.

Gazetede bir süre oyalandıktan sonra “çıkalım bakalım vatandaş ne yapıyor, uzun süredir dostlar ile bir araya gelemedik, hal hatır soralım” düşüncesi ile kendimizi attık fazla sıcak olmayan ancak serinde sayılamayacak havadaki caddelere.

Buradaki asıl amaç  kafa dengi bir arkadaş denk gelirse ayaküstü “Türkiye’yi kurtarmanın yollarını arayalım” diye düşünürken arkamızdan “Yüksel Başkanım” sesini duyuyor geri dönüyoruz.

Geriye sesin geldiği tarafa dönüyoruz, nerede ise 20 yıldır tanıdığımız ancak yoğunluktan olsa gerek son birkaç yıldır göremediğimiz bir gazeteci arkadaşımızı görüyoruz, arkadaşımız yorgun, bitkin, ”Ne oldu sana böyle, bir rahatsızlıkmı var.?” diye soruyoruz.

Gazeteci dostumuz “Sorma hiç başkanın bir sabah hafif bir rahatsızlık hissettim, önce sağlık ocağına oradan, hastaneye gittim, birkaç saat içerisinde kendimi Beyin ameliyatı yapılan bir alanda buldum, ölümden kıl payı dönmüşüm, yorgunluğum, bitkinliğim biraz bundan” diyerek içerisinde bulunduğu durumu anlattı.

Durduk yerde böylesi bir manzara ile karşılaşınca işin doğrusu psikolojimizin bozulduğunu hissettik, “Allah şifa versin, kendine dikkat et, bizde ağır sayılabilecek bir göz ameliyatı geçirdik ancak bu korona tümünün üzerine tüy dikti” dedikten sonra çarşı merkezine doğru ilerledik, Henüz sabah saatleri olmasına rağmen epey kalabalık hale gelmiş sokaklardan olabildiğince hızlı adımlarla hedeflediğimiz yere gitmeye çalıştık.

Birkaç işe yaramayan sohbet yaptıktan ve  mis gibi sıcacık demli çayları içtikten sonra bir an önce gazeteye geri dönelim, vatandaşı haberlerden haberdar edelim” diye hızlı adımlarla kalabalık bir caddeden geçerken arkamızdan cılız bir sesin “Yüksel Başkan –Yüksel Başkan” diye seslendiğini duyduk, geri döndük sesin geldiği yere doğru hareketlendik.

Bize seslenen arkadaşımıza yaklaştığımızda elinde bir baston ile nerede ise adımlarını sayacak vaziyette yürümeye çalışan son derece bitkin, konuşmaya dermanı olmayan vatandaşı görüp “-Sen Mehmet abi değilmisin, yoksa benmi yanılıyorum.?” diye sorduk.

Muhatabımız “-Evet başkanım ben Mehmet uzun yıllar oldu görüşmeyeli, senin yazılarını her gün okuyorum, sosyal medyadan takip ediyorum, ben geçtiğimiz yıl bir açık kalp ameliyatı geçirdim, Ameliyattan sonra da bir türlü düzelemedim, şimdi ilaçlarla yaşamaya, güneşli hava görünce de olabildiğince yürümeye hava almaya çalışıyorum, birden bire nasıl bu hale geldim inan bende halen anlayabilmiş değilim” diyerek ağlamaya başladı.

Sözünü ettiğimiz bitkin dostumuzun yıllar öncesini hatırladık, daha üç-beş sene önce suyu sıksa suyunu çıkaracak cinsten kuvvetli, sağlıklı, şen –şakrak arkadaşımızı biden bire yola yürüyemeyecek bırakın yürümeyi nefes alamayacak durumda görünce kendi kendimize “bir daha gazeteden çıkmamak lazım, kim bilir bugün daha sağlığını yitirmiş, hayatını bin bir zorlukla geçirmeye çalışan kaç kişi ile karşılaşacağız “demekten de kendimizi alamadık.

Gazeteye gelip çalışma masamıza oturduktan sonra uzun saatler kendimize gelemediğimizi hatırlıyoruz, Bizim gibi ellili yaşları çoktan devirmiş daha birkaç yıl önce son derece sağlıklı bir halde bıraktığımız akranlarımızın bu halini gördükçe “Allah’ım canımıza sağlık ver, gerisi önemli değil” demekten kendimizi alamadık.

Büyük şehirlerde yaşamak, daha çok genç yaşlarda evine ekmek götürebilmek adına bulabildiği sanayi kuruluşlarında yada başka alanlarda çalışan ancak bir taraftan ağır çalışma koşulları, bir taraftan kentin keşmekeşliği bir taraftan geçim sıkıntısı derken çok daha sağlıklı şartlarda yaşayabilecek insanlar için hayat gerçekten cehennem haline gelebiliyor.

Son dönemlerde çok sayıda vatandaşımızın “kalp krizi” teşhisi ile sağlık kuruluşlarına gittiklerine tanık oluyoruz, evine ekmek götürebilmek adına gece gündüz demeden koşturan buna rağmen kendisini ve ailesini geçindirmekten uzak bir hayat süren kim varsa eninde sonunda mutlaka “Kalp krizi” ile karşı karşıya kalıyor.

Yediğimiz, içtiğimiz bütün gıdaların nerede ise tamamını kanserojen  katkı  maddeleri ile dolu olduğunu, İnsanı kanser eden bu gıdalar ile birlikte daha çok sanayi kuruluşlarının konuşlandığı yerleşim merkezlerinde soluduğumuz havaların bile insan hayatını birinci derece olumsuz yönde etkilediği de artık herkes tarafından biliniyor.

Bir dakika sonra, bir saat sonra yada yarın sabah nasıl bir sağlık sorunu ile karşı karşıya kalacağımızı bilmemiz elbette  mümkün değil, Böylesi ağır şartlarda “şu kirli havadan uzak durayım, kanser üreten gıdaları eve sokmayalım” diye bir şansımız da olmayınca hepimiz kaderimize razı bir hayat yaşamak zorunda kalıyoruz.

Yurt dışına ihraç ettiğimiz ancak sınır kapılarından “Bu gıdalar organik değil, dolayısı ile bunları vatandaşlarımıza yediremeyiz” diye geri çevrilen bu inorganik gıdaları bize yediren bizi bu kanserojen gıdalara mahkum eden, “Elin gavurunun kullanmadığı gıdaları bize yediren” zihniyeti de Allah’a havale ediyoruz.

Sokakta gördüğümüz tanıdıklarımızın “Ne var ne yok” şeklindeki sorusuna “İyilik-Sağlık” şeklinde yalandan verdiğimiz cevaplardan artık hepimiz usandık, Aslında iyi olmayan sağlıklı da olmayan bir yaşantıdan herkes illallah diyor ancak verilecek başka da bir cevap olmayınca mecburen “İyiyiz-Sağlıklıyız” demek zorunda kalıyoruz.

Eğer iyi isek sağlıklı isek sabahın erken saatlerinden gece yarılarına kadar dertlerine derman arayan ancak bunu bir türlü başaramayan milyonları nasıl izah edeceğiz.?

Yazık değilmi bu millete.!!!

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol

banner266

banner263