Gecenin son deminde ve uykunun en tatlı yerinde sokaktan bir ses;

- Oduncuuu! Oduncu geldi, oduncuu!

diye yırtar gecenin karanlığını. İster istemez uyanırsın bu sesle ve içinden derin bir "Le havle" çekersin. Bu yetmezmiş gibi, az sonra babam kardeşlerimle yattığımız odaya girer ve odanın yola bakan penceresini açarak oduncuya seslenir;

- Oduncu! Kaça veriyorsun odunun yükünü?

- Elli Bin liraya veriyorum, ama sana kırka olur.

- Tamam indiriver kapının önüne de gel içeri, üşümüşsündür.

Bu konuşma sonrasında, eve misafir geliyor diye yatağımızdan kalkar ve üç kardeş yan yana üzerinde yattığımız keçeden yapılma ince yatağımızı toplardık. Elimizi yüzümüzü yıkadıktan sonra da, gece boyunca yanan sobanın ısıttığı odada, oduncu ile babamın tatlı sohbetine ortak olurduk.

Bütün bunları niye mi anlattım?

Çünkü bu yaşanılanlar artık çok gerilerde kaldı ve oduncular da zamanın cenderesinde yok olup gittiler.

Artık, eşeğinin ya da katırının sırtına yükledikleri odunlarla, ormancılara yakalanmamak için, geceden yaya olarak yola çıkıp iki üç saatlik bir yolculuktan sonra kasabaya ulaşan oduncular yok.

Kazandıkları odun paralarıyla satın aldıkları malzemeleri heybelere doldurup, köylerine geri dönmek üzere öğle vakti tekrar yola koyulan oduncular yok.

Ormanlarda hala odun var, ama at ve eşek sırtında odun satanlar yok.

Denetimlerin daha sıkı olması ve ormandan kaçak odun kesmenin cezasının ağırlaştırılması gibi değişik sebeplerle, zamanın çarkları arasında kaybolup gitti eski oduncular.

Zamanın çarkları arasında kaybolup gidenler sadece oduncular mı?

Hani hallaçlar, hani nalbantlar, hani seyyar dondurmacılar, hani çerçiler, ve daha bir sürü meslek?

Yeni nesil bu mesleklerden pek çoğunun adını bile bilmez.

Arapça kökenli bir kelime olan "mahlec"in pamuk manasına geldiğini ve bunu işleyen zanaatkarlara da hallaç dendiğini bugünün gençlerinden kaç kişi bilebilir ki?

Eskiden çokça kullandığımız pamuk doldurulmuş yorgan, yatak ve minderlerin pamuklarını, bahçede ya da kapı önünde kurdukları seyyar tezgahlarla çırpıp kabartan hallaçları seyretmek bile ne kadar zevkliydi. Hallacın geldiğini duyan konu komşu da, yatak ve minderlerini hallaca getirir ve pamuklarını kabarttırırlardı. Hallac tahta tokmağı ve teliyle çalışırken, biz çocuklara da onun maharetli ellerini seyretmek düşerdi.

Şimdilerde modern versiyonları çıksa da, bir de çocukluğumuzun eğlencesi yazlık sinemalar vardı. Onlar da malesef zamana yenik düştüler. Genellikle Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur, Ümit Besen gibi sanatçıların müzikal arabesk filmlerinin oynatıldığı bu sinemalar, geçmiş zamanın en önemli toplumsal eğlence mekanlarıydı. Gençler buralarda görürlerdi birbirlerini ve uzaktan bakışarak sevdalılarına mesaj yollarlardı.

O akşam sinemada gösterilecek filmin ilanı, kasalı bir pikabın arkasına yerleştirilen ve üzerinde film afişinin yer aldığı panonun mahalle mahalle dolaştırılması ile yapılırdı. Arabanın önünde oturan bir kişi, elindeki mikrofonla devamlı anons ederdi:

"Sevgili Çineliler! Son yılların en iyi aşk filmlerinden biri olan ve Ferdi Tayfur ile Nejla Nazırın başrollerini paylaştıkları "Yadeller" filmi bu akşam Albayrak sinemasında. Siz sinema severleri bu akşam saat sekizde sinemamızda bekliyoruz"

Bu anonsu duyan mahalledeki bütün çocuklar, sinema arabasının peşine takılır ve "Kart, kart, kart!" diye bağırarak, filmin küçük afişlerinin arabadan kendilerine atılmasını beklerlerdi.

Hey gidi günler hey!

Bir de seyyar dondurmacılar ve ezmeciler vardı. Üzerine dondurma varillerini yerleştirdikleri motorsiklet ya da bisikletleriyle sokak sokak dolaşıp, kendi yaptıkları dondurmaları satmaya çalışanlar...

Ben en çok Dondurmacı Şişko Ahmet'i hatırlıyorum. Onun kendi imalatı olan döğme dondurmaların tadını dün gibi hatırlıyorum. Rahmetli, motorunun arkasına taktığı dondurma arabasıyla, neredeyse bütün Çine'yi ve ovadaki tarlaları dolaşarak dondurma satmaya çalışırdı. Onun sempatik tavırlarını herkes severdi.

Mekanı Cennet olsun. Bu insanlar, kendileriyle beraber, maalesef mesleklerini de alıp gittiler sanki...

Zamanın çarkında yitip giden meslekler tabi ki sadece bu anlattıklarımka sınırlı değil.

Hani nerde çerçiler, nalbantlar, semerciler, kalaycılar?

Anladım ki herşeyin bir ömrü olduğu gibi, mesleklerin de bir ömrü var. Modern çağın kapitalist düzeni, önüne geleni yıkıp geçerken ne yazık ki bazı meslekleri de ortadan kaldırdı. Bize de;

"Geçmiş zaman olur ki, hayali cihan değer" demek düştü.

Esen Kalın... 

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol

banner266

banner263