Şeyh Said 1925’te Diyarbakır’da yargılandığı İstiklal Mahkemesi kararı ile asıldı.
Bu devlete isyan eden, zaza ve kürt ailelerinin desteğini alıp hilafet kurmak, dini korumak gibi aslında hiçbiri gerçek olmayan yalanlar ile Diyarbakır’ı bile işgal etmeye çalışan şahsın İngiliz planlarını uygulayan bir aparat olduğunu bugün biliyoruz.
Musul ve Kerkük’ün geri alınması için genç Türkiye Cumhuriyeti’nin çabaları İngilizleri rahatsız etmişti.
Daha önce işgalci Rus birlikleri tarafından madalya verilen ve Cumhuriyetin yarattığı bilimsel, doğma dışı gelişimden gücünün kaybedeceğini düşünen Said bu konuda kullanıldı.
Yeni Cumhuriyetin çok partili sistem denemesinin başladığı aylarda yani Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının kurulması ile TBMM de bile sert konuşmalar başlamış, cumhuriyet eleştirilmeye başlamıştı.
İşte tam o sırada Genç vilayetinin kazası Darahini'yi basarak (16 Şubat) valiyi ve öteki görevlileri esir alan şeyh Said, halkı İslam dini adına ayaklanmaya çağıran bir bildiriyle hareketi tek bir merkez altında toplamaya çalıştı.
Bu bildiride 'din uğruna savaşanların lideri' anlamına gelen mührünü kullandı ve herkesi din uğruna savaşa çağırdı. Başlangıçta isyan İslam şeriatının tesisi adına başlatılmış ise de sonradan Kürt istiklâl hareketine çevrilmiştir.
Mistan, Botan ve Mıhellemiler aşiretlerinin desteğini aldıktan sonra Genç ve Çapakçur (bugün Bingöl) üzerinden Diyarbakır'a yöneldi. Maden, Siverek ve Ergani'yi ele geçirdi.
Şeyh Abdullah'ın yönettiği başka bir ayaklanma kolu da Varto üzerinden Muş'a doğru harekete geçti.
Varto'yu ele geçiren isyancılar, Muş 'a ilerledilerse de halktan toplanan yardımcı kuvvetlerle Murat Köprüsü civarında mağlup edilip Varto'ya geri çekilmeleri sağlandı.
21 Şubat'ta gelişmeler üzerine hükûmet doğu vilayetlerinde sıkıyönetim ilan etti. 23 Şubat'ta ayaklanmacıların üzerine gönderilen ordu birlikleri Kış Ovası'nda Şeyh Said kuvvetleri karşısında tutunamayarak Diyarbakır'a çekilmek zorunda kaldı.
Ertesi gün Elâzığ’a giren Gökdereli Şeyh Şerif yönetimindeki başka bir ayaklanma kolu kenti kısa süre de olsa denetim altına aldı. Elâzığ birkaç gün boyunca isyancılar tarafından yağmalandı.
Mart başında Şeyh Said'in emrindeki yaklaşık 10.000 kişilik bir kuvvet Diyarbakır'a saldırdı ve kuşatma altına aldı.
Kuşatanlar takviye alıyordu ve kuşatma Şeyh Said tarafından bizzat yönetiliyordu.
Mürsel Paşa komutasındaki garnizon günlerce süren saldırıları geri püskürtmeyi başardı.
Fakat bir gece bir grup, şehrin Kürt sakinlerinin yardımıyla Diyarbakır içine girebilmeyi başardı.
Bunların varlıkları garnizon tarafından fark edildi. 7-8 Mart arası süren ağır bir çarpışma sonrası şehre sızan grup bozguna uğratıldı ve sadece birkaçı kaçabildi.
Kuşatmanın başarısız olduğunu gören Şeyh Said, kuşatmayı kaldırdı ve adamlarını Diyarbakır'dan çekti.
Diyarbakır'ı kuşatma altına alan Şeyh Said kuvvetleri, hükûmet kuvvetleri tarafından püskürtülerek geri çekilmeye başladı.
Geniş çaplı bir sevkiyatın ardından toplu saldırıya geçen (26 Mart) ve bir bastırma harekâtıyla ayaklananların çoğunu teslime zorlayan askerî birlikler, İran 'a geçmeye hazırlanan ayaklanma önderlerini Boğlan'da (bugün Solhan) sıkıştırdı.
Şeyh Şerif ve yanındaki bazı aşiret reisleri Palu'da yakalanırken, Şeyh Said de Varto yakınlarında yakın bir akrabasının ihbarıyla Carpuh Köprüsü'nde ele geçirildi (15 Nisan 1925).
Şeyh Said'in yakalanışından sonra, ilk sorgusunda ve mahkeme sürecindeki ifadelerinde tüm bu süreç boyunca "kıyam" olarak nitelendirdiği hareketi, "şeriat düzeni kurmak" için gerçekleştirdiğini söylüyor.
Şeyh Said, 5 Mayıs 1925 Salı günü Diyarbakır'a getiriliyor.
21 Mayıs 1925 tarihinde kayıt altına alınan ilk ifadesinde, 'Diyarbakır'ı aldıktan sonra ne yapacak ve nereye gidecektiniz?' sorusunu şu şekilde cevaplıyor: "Diyarbakır'ı aldıktan sonra hükûmetle haberleşecek ve şeriatı isteyecek ve kabulü halinde raiyyesi olacaktık. Benim maksadım bu dine bir hizmet etmekti."
Ayaklanmayı destekleyen eski Şura-yı Devlet reislerinden Kürt Teali Cemiyeti reisi Seyit Abdulkadir ve 12 arkadaşı İstanbul'da tutuklanarak yargılanmak üzere Diyarbakır'a getirildiler.
Yargılanma sonucunda Seyit Abdülkadir ve 5 arkadaşı ölüme mahkûm olarak, idam edildiler (27 Mayıs 1925).
28 ve 29 Haziran 1925’te Şeyh Said de dahil olmak üzere isyancılar yargılanma sonucunda asılarak idam edildiler.
Bu isyanın en büyük sonucu İsyanın bastırılmasından bir sene sonra da 5 Haziran 1926'da imzalanan Ankara Antlaşması ile Musul İngilizlerin manda yönetimimi altındaki Irak'a bırakılması olmuştur.
Cumhuriyet bu isyan ile meşgul edilerek Musul ve Kerkük elimizden alınmıştır.
Bu olanları tarihi takip den tüm okuyucularımızın bildiğinden eminim.
Bugün burada yazmamın sebebi tarihe not düşmektir.
Tarihin ihanet ile kurguladığı o yılları saptıran, Şeyh Said’i kahraman göstermeye çalışan federasyon ya da bağımsızlık heveslisi bir grubun üst perdeden tehdit ve fütursuzluklarını görüyoruz.
Bu grubun birçok siyasi partide kendilerine yer bulduğunu ve korunduğunu hayret ile izliyoruz.
Devletin bu konuda reaksiyon vermemesinin, hesabını soramamasının nedenlerini de biliyoruz.
Milletvekili, parti genel başkanı olmuş cumhuriyetten maaş alan bu aparatların bizim sabrımızı zorladıklarını da biliyoruz.
Bu aparatların yüz yıl önceki Said gibi bir aymazlık içinde olduklarını hatırlatıyoruz.
Tarih mecrasında akar. Hain de vatansever de ortaya çıkar çünkü tarih cesur ve gerçeği sever.
Aparatlar aptallar ve hainler çöp olur.