Dün akşam saatlerinde evin altındaki kafede bizi perişan eden nemli havadan biraz kurtulabilmek ve nefes alabilmek adına çay içip soluklanmaya niyetlenmiştik ki yanımıza yaklaşan iki öğrenci "Yüksel Bey  “Kızılelma nedir, Neresidir.sorusuna sizden cevap almak için buradayız, Sorumuzn cevabını öğreneceğimiz en doğru yerde olduğumuza inanıyoruz" dediklerinde işyeri sahibi arkadaşımıza "çayları getir  sohbet şimdi başlıyor" dediğimizi hatırlıyoruz.

Bu diyalog sonrasında bir taraftan bizim varlık sebebimiz olan “Kızılelma Ülküsünün” Türk milleti tarafından bilinmemesinin acısını yüreğimize saplanmış bir bıçak gibi hissederken diğer taraftan da Ülkücü olduğu anlaşılan öğrenci kardeşlerimizin “Kızılelma ülküsü ” kavramını artık Edirne’den, Kars’a kadar tüm memleket tarafından öğrenilesininde şart olduüunu düşündük

Öğrenci kardeşlerimizin son derece mütavazi davranışlarına bize  bir anda büyük Türkçü Ömer Seyfettin’in “Pembe İncili Kaftan” isimli hikayesindeki kahraman Muhsin Çelebi’yi hatırlattı, Öğrenci kardeşlerimize "Size Kızılelma Ülküsünü anlatacağım ancak bundan önce Pembe İncili kaftan'ı öğrenmeniz lazım" diyerek başladık anlatmaya.

Daha ortaokul yıllarında okuduğumuz ve bizim için yeri doldurulamaz bir eser olarak düşündüğümüz eserdeki Kahraman Muhsin Çelebi ile kendimizi özdeşleştirdiğimiz çok olmuştur, Hatırlayınız geçtiğimiz yıllardaki Afrin Harekatı sırasında “Hedef Kızılelma” cevabını veren Asker kardeşimizi bütün Türk milleti tanımıştı, Bu yüzden bizde "belki unutanlar vardır" diye Ömer Seyfettin’inPembe İncili Kaftan isimli eserindeki Muhsin Çelebi’yi hatırlatmak ve Türk’ün Ülke menfaatleri için kendi hayatını nasıl yok saydığını anlatmak istedik.

Osmanlı devletinin Şah İsmail ile sorunlar yaşadığı dönemi az-çok tarih okuyan herkes bilir. Vezirler Şah İsmail’e elçi göndermek için toplanmışlardı. gönderilecek elçi cesur, ölümden korkmayan, devletin şanına yakışacak bir kişi olmalıydı. Sarayda, Enderunda, divanda böyle bir kişi yoktur. Vezirlerden biri Muhsin Çelebi’nin adını ortaya atar. Bunun üzerine sadrazam Muhsin Çelebinin çağrılmasını ister. Peki kimdi bu Muhsin Çelebi.

Muhsin Çelebi 40 yaşlarında, namerde muhtaç olmayacak kadar servete sahip akıllı bir insandır. Tek ülküsü “Allah’tan başkasına secde etmemek, kula kul olmamaktır.” Aynı zamanda savaş zamanlarında Kuba bölüklerinde kumandanlık yaparmış. Doğruluktan ayrılmayan, ölümden korkmayan bir yiğit olarak bilinir.

Muhsin Çelebi Cesur, doğruluktan ayrılmayan, ölümden korkmayan, akıllı bilgili, Allah’tan başka kimseye boyun eğmeyen, hali vakti yerinde, garibi, zayıfı gözeten bir baba yiğittir. Muhsin Çelebi sadrazamın emri üzerine huzura gelir. Sadrazam ondan el etek öpmesini beklerken o eğilmez. Sadrazam onun bu hareketine kızmasına karşın ona elçilik teklifinde bulunur. Muhsin Çelebi bu görevi devleti için kabul eder.

Elbette ki bu büyük devletin elçisi, atları, hademeleri ve giysileriyle ihtişamlı olmalıydı. Muhsin Çelebi bu giderleri, sadrazamın ısrarına karşın, kendisinin karşılayacağını söyler. Çünkü o fedakarlığın karşılıksız olacağına inanıyordu. Giderler için bütün varlığını rehin vererek tüccarlardan on bin altın alır. Bu parayla ihtiyaçları karşılar. Bir de Sırmakeş Toroğlu’ndaki Kumaşı Hint’ten incileri Venedik’ten gelme Şah İsmail’in hayatında göremeyeceği Pembe İncili Kaftanı sekiz bin altına alır. Bu kaftanı padişaha hediye etmek için herkes sıraya girmektedir.

Muhsin Çelebi hazırlıklarını tamamlar. Karısını iki çocuğunu akrabalarına bırakarak yola koyulur. Muhsin Çelebi Tebriz’e vardığında halk ve şah onu şaşkınlıkla karşılar. O her zamanki gibi başı dik göğsü ilerde Şah İsmail’in huzuruna varır. Padişahın mektubunu öperek Şaha uzatır. Ayağı öpülmeyen Şah sapsarı kesilir.

Muhsin Çelebi sağına soluna bakar ve oturacak bir şeyin olmadığını görür. Bunun ayakta beklemeye mecbur bırakmak için yapılmış bir davranış düşünerek o göz kamaştıran kaftanını tahtın önüne serer ve üzerine oturur. Şah, vezirleri komutanları şaşırmış durumdadırlar. Muhsin Çelebi gür sesiyle Padişahının hiçbir ecnebi padişah karşısında eğilmeyeceğini ve dünyada Türk Padişahı kadar asil bir padişahın olmadığını söyleyerek huzurdan izin istemeden ayrılır. Kapıdan çıkarken Şah’ın askeri kaftanı arkasından getirir. Muhsin Çelebi sesini yükselterek ‘bir Türk asla yere serdiği şeyi sırtına koymaz.’ diyerek oradan ayrılır.

Muhsin Çelebi sağ salim ülkesine döner. Herkes pembe incili kaftana ne olduğunu merak eder. Fakat o bu yaptığını anlatacak kadar küçük bir insan değildir. Muhsin Çelebi elçilikten kalan malzemelerini satarak küçük bir bahçe alır. Üsküdar pazarında sebze meyve satarak geçimini sağlamaya başlar. Düştüğü bu acı durum karşısında o hiçbir zaman yaptığı fedakarlıkla övünmemiştir.

Vatan Şairi Namık Kemal “Ecdâdımızın heybeti ma'rûf-u cihandır/Fıtrat değişir sanma bu kan yine o kandır/Gavgâda şehâdetle bütün kâm alırız biz” dediği günlerden bu zamana kadar artık anlamak lazımdır ki Muhsin Çelebi’nin o günlerde Devletinin gücünü göstermek adına bir ömür yoksulluk çekmeye razı olduğu şartlarda takındığı tavır ne ise ve bu tavır “ Önce Ülkem sonra ben” anlayışına denk geliyorsa askerlik çağındaki çocuklarımız da  ölüme giderken “Evdekilere söyleyin beklemesinler, Hedef Kızılelma” diyen Askerin takındığı tavır aynı Ülkü aynı idealist tavırdır.

Böyle bir millet teslim alınabilir mi.?

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol

banner266

banner263